7 Eylül 2010 Salı

Semih BALCIOĞLU'nun kaleminden ZEKİ BEYNER

ZEKİ BEYNER
(...)İki yakın dostu vardı:
Cafer Zorlu ve Ergin Gülen.
Çok daha yakın bir dostu vardı, ama o da erkenden öldü: Vedat Saygel.
Gençliği, mizah yazarı Vedat Saygel'le birlikte geçti.
Geçti de nasıl geçti? Yokluklarla, sıkıntılarla... Bekâr odalarında ne kadar iyi koşullar varsa, öylesine koşullarda geçti.
Nuruosmaniye Camii'nin avlusundaki bekâr odalarında yılları geçti.
Ne suyu vardı ne tuvaleti.
Sadece yatmak için az bir paraya kiralanmış bekâr odası işte. Garibanların kaldığı yerler.
Ama o mutluydu.
Çünkü karikatür çizecek bir yeri vardı. Gerisi laftı onun ıçın.
Akbaba dergisinde kadrolu ve sözleşmeli olduğu için kısa bir süre sonra da sarı basın kartı sahibi oldu.
Ben o ara her hafta maça gidiyordum.
Bir hafta baktım ki Zeki de gelmiş basın tribününe. Basın tribününde bir sürü boş koltuk var, bizim Zeki merdivende oturuyor.
Yanımdaki boş yere oturmasını önerdim.
"Üstat, orası koltuk, bana göre değiL. Beni merdiven paklar..."
Görüyor musunuz ezikliği?.
*
Vedat Saygel bir süre sonra evlendi. Bu herkes için şok bir haberdi. Herkes birbirine aynı soruyu soruyordu:
'Zeki şimdi ne yapacak?.'
Bu sorunun yanıtını daha önce Saygel vermiş bile...
Evleneceği hanıma:
"Biz evleniriz, ama benim bir koşulum var. Ben Zeki'yi sokakta, bekâr odalarında bırakamam.
O bu yaştan sonra tek başına kendini idare edemez. Bizimle aynı evde kalsın, ona da bir oda veririz, yatar, kalkar, arada çalışır bize ayak bağı olmaz..." Kadın da iyi kadınmış. "Peki," diyor.

Bu böyle gidiyor. Saygel'in dediği gibi Zeki, gerçekten de ayakbağı falan olmuyor.
Ama kader işte.
Bu kez de Saygel hastalanıyor' ve kısa bir süre sonra ölüyor'.
Bu kez Bayan Saygel, "Ben seni hiçbir yere bırakmam. Sen bana Vedat'tan armağansın.
Zaten Vedat'ın hastalığı sırasında bana vasiyeti var, 'Ben ölürsem Zeki'yi evden çıkarma sakın. Kalabildiği kadar sizlerle kalsın,' dedi. Onun için sen hiçbir yere gidemezsin. Aklından da böyle şeyler falan geçireyim deme sakın, üzülürüm sonra.:." diyor.

Zeki bütün bu yaşam kargaşası içinde işini bir dakika bile aksatmaz, konuşulduğu gün ve saatten çok daha önce karikatürünü hazırlar ve teslim ederdi. Zeki ile bu kadar uzun yıllar aynı gazete ve dergilerde birlikte çalıştık; hiç işini aksattığını görmedim. Başkasının da böyle bir durumla karşılaştığını sanmıyorum.
Ama işini şöyle getirirdi: Karşıdan baktığınız zaman elini kolunu sallayarak geldiğini görüp, 'karikatür getirmedi' dersiniz. Siz daha sormadan o pantolonunun arka cebinden bir, pantolonunun paçasını kaldırır çorabın içinden bir ve ceketinin iç cebinden 2-3 olmak üzere 4-5 karikatürü şıpınişi çıkarıp kâğıtların buruşukluğunu şöyle eliyle bir düzeltmeye çalışıp masanızın üzerine koyuverirdi.
Tabii ne kadar düzeldiyse.
Ne yapacaksınız, Zeki bu...
Karikatürleri de, yüzünde genç yaşta oluşan çizgiler gibi buruşuktu.
Az tanıyan sevmeyebilirdi onu. Ama iyi tanıyan onun için asla kötü bir şey düşünmezdi.(...)
.......................................... Semih BALCIOĞLU
(MEMLEKETİMDEN KARİKATÜRCÜ MANZARALARI /CAN-1.Basım 2oo3,İstanbul)

Hiç yorum yok: